Pages

18.11.15

gitmenin ne anlamı vardı?



belki de buydu ve bu kadardı. fazla büyütmemeliydi, fazla beklememeliydi. hayal kırıklıklarını ve kızgınlıkları iyileştirecek merhemler, mutlaka onlara neden olanların elinde olmak zorunda değildi. birinin yokluğunda bir başkasının varlığını unutmaktı asıl sorun ve bir başkası hatırlandığında gelecek biraz daha renklenebilirdi. bazen o başkasının küçük sürprizleri mutlu etmeye yeterdi ve eğer şanslıysak artardı bile.

bazen de yetmeyebilirdi. yine de denemeye değerdi ve kendini dipsiz kuyulara kapatmanın gereği olmayabilirdi. evet. insan böyle zamanlarda bunu isterdi, gözden kaybolmayı ve herkesin gözden kaybolmasını... ya da sonsuza kadar uyumayı. hem alınan nefes yetmez olduğunda bir dağ başında ya da çiçeklerle dolu bir bahçede olmanın pek anlamı kalmazdı. kuyu iyi gelirdi o yüzden, kuyu güvenliydi, karanlıktı, küçüktü. tıpkı bir... ama orası için artık çok geçti ve belli ki bir kuyu da hiçbir şeyin yerine geçemeyecekti. karanlık, küçük ve nemli bir yeri güvenli yapan şey, yerin kendisindense, o yerdeyken sahip olduklarımızdı. demek ki, bu kadar hayal kırıklığıyla, kendine öfkeyle ve kaygıyla herkesten uzakta da huzur bulmak mümkün olmazdı. öyleyse gitmenin ne anlamı vardı?

sahi, gitmenin ne anlamı vardı?

ve ne kadar önemli bir soruydu bu böyle.

7.11.15

ben bu sene...

winnicott okuyorum. bu bir gelişme, çünkü bundan bir ay önce birkaç sayfa okuyup bırakmak zorunda kalmıştım. henüz okumaya hazır olmadığım şeyler yazıyordu, geçiş nesnesinin çocuğun gelişimindeki önemiyle ilgili. geceleri birlikte uyunan oyuncak ayılar, elden bırakılmayan bebeklik battaniyeleri gibi örnekler vardı. açık açık söylenmiyordu, ama ben biliyordum, insanların da geçiş nesnesi yerine konulabileceğini ve bir geçiş nesnesi kullanmak için çocuk olma zorunluluğunun bulunmadığını.

biraz erken bir değerlendirme olacak ama, bu sene hayatımın en garip senesiydi. bin tane adım attım, her yöne. bazı yerlere koşarak gittim. bazı yerlerde karşımdaki duvarı zamanında göremedim, gördükten sonra duramadım. çarptım. oturdum duvarın dibinde. kalkmak istemedim. hayatımda ilk defa düşmemiş gibi yapmadım. bir süre oturup kalmanın ne kadar önemli olduğunu anladım. bazen de daha temkinli hareket ettim, daha sonucunu görmeden pişman oldum. kabuslar gördüm ama korktuğum gibi olmayınca rahatladım, bir adım daha atabileceğime inandım. daha büyük hayaller kurdum. hayal kırıklıklarını göze aldım ve göze aldığım hayal kırıklıklarını yaşadım. hiç ağlamazdım, biraz kendime izin verdim. eski omuzlara daha sıkı sarıldım, birkaç tane de yeni omuz buldum. yalnız olmadığımı anladım. yine de bazen kendimi çok yalnız hissettim. kendimi suçladım. kendimden utandım. her şeyin anlamsız olduğunu düşündüm. hayatın bile. sadece içimde değil, yakınlarda ve uzaklarda yaşanan bütün kaoslardan kurtulmayı, çok uzaklara gitmeyi istedim. biraz daha kalırsam boğulacağımı sandım. biraz nefes almak için kitaplara döndüm. sayfalarca okudum; gecelerce, günlerce başımı yastıktan kaldırmadım. bir süre hiçbir şey hissetmedim, sonra birden her şey üstüme geldi, olduğu gibi. bunların hepsini bir kez daha yaşadım. bir kez daha. bir kez daha. bir kez daha. bir kez d... 

inanılmaz ama, ben bu sene yürümeyi öğrendim. 
ama ben gelecek sene de yürümeyi öğreneceğim.
sonraki sene de... ve ondan sonrakinde de...
ve...