Pages

3.10.15

sahne 3, çekim 2, kayıt, motor!

bazen kendimi bir anlığına da olsa bir filmde başrol oyuncusu gibi hissediyorum. genellikle şarkılar buna neden oluyor, arabada giderken radyoda çalmaya başlayan red hot chili peppers - californication mesela. sağ taraftan içeriye vuran akşam güneşi, açık pencereden giren ve saçlarımı dalgalandıran rüzgar olmazsa olmaz tabii ki. bir de o sırada, tüm acılara rağmen eğlenceli bir gün geçirmiş olmanın, sevildiğini hissetmenin huzuru. yakınlarda keşfettiğim the audreys - oh honey de benzer şekilde hissettiriyor. kafam dumanlı bir şekilde aynanın önünde kendimden geçmişçesine dans ettiğim canlanıyor gözümün önünde, gayet yerimde oturuyor olsam da tam o sırada. rolünü oynadığım karakterin yaşadıkları da şarkıyla çok uyumlu, iyi gitmeyeceğini bildiği bir şeylerin peşinde ve kendisi durumu değiştiremediği için karşısındakinden yardım istiyor, "bana bunu yapma", "bana böyle şarkı söyleme", "bana böyle gülümseme" ve "benim için gelme" diye. bir de, bence bir yardım çığlığı şarkısı olan the bengsons - lift me var. gece, sokak lambalarının ışığı yüzünden tam karanlık olmayan, içindeki eşyaların kolaylıkla seçilebildiği bir odada, ifadesiz bir şekilde yatağımda oturuyorum bu şarkının çaldığı sahnede. bir sahne sonrası, benim gözümden çekiliyor ve aynı anda şarkı kuvvetlenmeye başlıyor. izleyici beni görmüyor, ama bağırışlarımı duyuyor, şarkı sayesinde.

bütün bu kendini bir sahnede sanmalar, büyük bir rahatlama getiriyor. bir başrol oyuncusu olarak, bir yanımın çok iyi bildiği hisler bunlar, o yüzden başarıyla altından kalkabiliyorum; ama sanki, çekimler bittikten sonra, uzaktan bakınca alakası olmayan bir yaşama devam ediverecekmişim gibi, bana gerçekte bunları hissettiren şeyler geçmiş gitmiş gibi geliyor. o an hiç bitmesin istiyorum. yazı yazarken de öyle oluyor. birinci tekil şahısla yazsam bile, anlattığım kişi ben değilmişim gibi geliyor. bambaşka birinin, belki de bir film karakteri gibi hayali bir kişinin düşündüklerini ben yazıya döküyormuşum, bunu yazarken yalnızca içeriğin duygu yoğunluğundan etkileniyormuşum gibi hissediyorum ve bu his kesinlikle bir an sürmüyor. kendi yazdıklarımı her okuduğumda pekişiyor ve garip bir şekilde hem içselleştirdiğim hem dışsallaştırdığım bir hale geliyor.

zaten neler yaşadığımızı anlatabilmek için biraz kendimizin dışına çıkabilmek gerekiyor; ve tam tersi, biraz kendimizin dışına çıkabilmek için neler yaşadığımızı anlatabilmek gerekiyor. o yüzden susanları, anlatmayanları, susturmaya çalışanları anlayamıyorum. keşke, diyorum, keşke herkes biraz daha fazla konuşsa.

0 yıldız: