Pages

30.9.15

hâlâ

- gemi gidiyor.
- hayır, gitmeye hazırlanıyor, ikisi farklı şeylerdir. ayrıca, buradan bakışla gidiyor olan, gittiği yerden bakışla geliyor olabilir.
- gidiyorken gelebilmek ya da geliyorken gidebilmek gibi aynı anda iki zıt yönü olabilen tek bir eylemi ifade için yeni kelimeler gerekebilir.


böyle muhteşem bir diyalog var ilhami algör'ün kitabı albayım beni nezahat ile evlendir'de. bir hikayede figüran olan, figüran olarak anlatıldığı için kendi geçmişini bile bilmeyen bir adamın kendi hikayesinin kahramanı olmaya çalışmasını anlatıyor. ancak henüz ortada bir hikaye yok; yalnızca anlam vermeye çalıştığı, kendisini yeni bir hikayeye götürecek bir işaret olup olmadığını anlamaya çalıştığı olaylar silsilesi var. bir noktadan sonra, o olayların kimin tarafından oluşturulduğuna, neden bir türlü kahraman olamadığına, mesela bütün rastlantılara rağmen neden nezahat ile birlikte olamadığına dair sorgulamaları var. vazgeçerek kahraman olamayacağını bilmesine rağmen vazgeçişleri var. başkalarından duyduğu öğütler ve o öğütlerden nefret edişleri var. onu dinleyecek kişiler var, çok tatlı bir sahaf var, tatlı bir usta ve tatlı bir kedi var. evden uzaklaşabilmek için anteni kontrol etme bahanesiyle dama çıkan adamlar var. bol bol sorulan "mesele nedir?" sorusu var. bol bol verilen "hayat hakkında fikrim yok" cevabı var. böyle bakınca, aslında adamın oldukça sağlam bir hikayesi var ve hikayede bizim hayatımızdan farklı bir şey yok. 

kahraman olmadığımız, hiçbir şeyi yola sokamadığımız, istediklerimizi elde edemediğimiz, akışına bırakamadığımız ya da oradan oraya sürüklendiğimiz ama gideceğimiz yere varamadığımız hisleriyle baş başayız. elimize geçen fırsatları değerlendiremediğimizi, bir hikayeden basıp gittiğimizde yolumuzu kaybettiğimizi görüyoruz. bunların aslında sorun edilmeyecek meseleler olduğunu, insanların çok daha büyük kayıplarla uğraştığını ve bize hâlâ kahraman olmadığımızı söyleyip duranlara bir tarafımızla gülmüyor; aksine onlara hak veriyoruz. kendi figüranlığımızla başkalarından çok biz dalga geçiyoruz. hayat hakkında gerçekten bir fikrimiz olmamasına rağmen, varmış gibi yapıyor ve sıkıcılaşıyoruz. hatta ölümüne sıkıcılaşıyor ve başkalarına işkence haline geliyoruz; ve ne yazık ki en sevimli halimiz bile bunu değiştirmeye yetmiyor. bunu biliyoruz, ama yine de çabalıyoruz. 

ya figüranlığımızı kabullenemiyor ya da kahramanı olduğumuz hikayeleri göremiyoruz. o yüzden gitmesek de, gitmeye hazırlanıyoruz. hep hazırda bulunuyor ama bir türlü hareket etmiyoruz. bu saatten sonra kaybedecek neyimiz varsa...

28.9.15

güz okuma şenliği - yaşasın!

sonbahar gelmiş, havalar serinlemeye, bulutlar güneşi gizlemeye başlamış. eskiden tam bir yaz çocuğuyken, birdenbire yağmuru, rüzgarı -hafif olmak kaydıyla-, karanlık ve kasvetli havaları sevmeye başlamışım. daha da önemlisi, hazır işi bırakmışım ve birsürü boş vaktim olmuş. evde de okunmayı bekleyen onlarca kitap varmış. bir de üstüne pinuccia, güz okuma şenliği'nin duyurusunu yapmış. ah! bazı şeyler nasıl da kendiliğinden oluyor, nasıl da bütün evren bunların olması için çaba gösteriyor, gerçekten inanılmaz. neyse, benim de listemin elimdeki kitapları yerleştirebildiğim hali şu şekilde. bakarsınız bu sefer okumaktan başka bir şey yapmayacağım bir üç ay olur ve o zaman listeye yeni kitaplar eklemem gerekir. öyle olursa boş kalan kategorileri de doldurmak üzere, bu halde gönderiyorum listemi. 

katılmak isteyen herkese keyifli okumalar! 


1. Kategori (10 puan): Şenliğimizin destekçisi İthaki Yayınları'ndan çıkan bir kitap.
Andy Weir / Marslı / 416 sayfa / İthaki Yayınları

2. Kategori (10 puan): İsminde güz mevsimini çağrıştıran bir kelime geçen veya olayların güz mevsiminde geçtiği bir kitap.

3. Kategori (10 puan): 700 sayfadan uzun bir kitap (Birkaç cilde bölünmüş kitaplarda ciltlerin toplam sayfa sayısına bakabilirsiniz).

Haruki Murakami / Zemberek Kuşunun Güncesi / 744 sayfa / Doğan Kitap

4. Kategori (10 puan): Olayların geçtiği yerin (köy, kasaba, şehir, ülke, kıta) adının kitabın adına yansıdığı bir kitap.

5. Kategori (10 puan): Esas mesleği öğretmenlik olan bir yazardan bir kitap.

6. Kategori (10 puan): Yasaklanmış bir kitap.

7. Kategori (10 puan): Herkesin okuyup da sadece sizin okumadığınızı düşündüğünüz bir kitap..
Gabriel Garcia Marquez / Yüzyıllık Yalnızlık / 464 sayfa / Can Yayınları

8. Kategori (10 puan): Başkasının sizin için seçtiği bir kitap. (Bu kategoride tavsiyelerine güvendiğiniz ve tanıdığınız birine gidip ne okuyacağınızı sorabilirsiniz veya bir yakınınızdan kütüphanenizden okumanız için rastgele kitap seçmesini isteyebilirsiniz. Kendi kendine karar vermek yok).
Adam Phillips / Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine / 160 sayfa / Ayrıntı Yayınları

9. Kategori (10 puan): Bir seriye ait bir kitap (Serilerin ilk kitapları kapsam dışı).
J.R.R. Tolkien / Yüzüklerin Efendisi III: Kralın Dönüşü / 408 sayfa / Metis Yayıncılık

10. Kategori (10 puan): Sadece tek bir kitabını okuduğunuz bir yazardan/şairden bir kitap.
İlhami Algör / Albayım Beni Nezahat ile Evlendir / 108 sayfa / İletişim Yayıncılık 

11. Kategori (10 puan): Bir kişisel gelişim kitabı.

12. Kategori (10 puan): Doğduğunuz yıl hayatını kaybetmiş bir yazardan/şairden bir kitap.

13. Kategori (10 puan): Beyaz perdeye aktarılmış bir kitap. 
Stephen King / Hayvan Mezarlığı / 399 sayfa / Altın Kitaplar

14. Kategori (10 puan): Halen yaşayan, Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış bir yazardan bir kitap.

15. Kategori (10 puan): Biyografi/otobiyografi/anı türünde bir kitap.
Temple Grandin / Resimlerle Düşünmek: Otizmin İçerden Anlatımı / 232 sayfa / Sistem Yayıncılık

16. Kategori (10 puan): Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk hakkında bir kitap.

17. Kategori (10 puan): Ödül almış bir öykü kitabı (Lütfen kitabınızı belirtirken hangi yıl hangi ödülü aldığını belirtin.)

18. Kategori (Her kitap 10 puan, 2 kitabı da okuyana ekstradan 30 puan, toplam 50 puan): İsminde zıt anlamlı kelimelerin olduğu iki kitap. (Örnek: Büyük Umutlar - Küçük Kadınlar; Denizin Altındaki Ada - Buzdolabının Üstündeki Kız; Kötü Saatte - İyi Kalpli Erendira)

19. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 30 puan, toplam 60 puan): Eserlerini aynı dilde yazan üç farklı yazardan birer kitap.

20. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 20 puan, toplamda 60 puan): Şimdiye kadar hiç kitabını okumadığınız dört yazardan birer kitap. Yazarların ikisi Türk, ikisi yabancı, ikisi kadın, ikisi erkek olmalı.
Kate Chopin / Uyanış / 197 sayfa / Zeplin Kitap
D.W. Winnicott / Oyun ve Gerçeklik / 186 sayfa / Metis Yayıncılık
Ferit Edgü / Hakkari'de Bir Mevsim / 198 sayfa / Sel Yayıncılık
Mine Söğüt / Deli Kadın Hikayeleri / 176 sayfa / Yapı Kredi Yayınları

14.9.15

everyday above ground is a good one

six feet under'a ait herhangi bir şey gördüğüm an, günümün geri kalanının o diziyi düşünerek geçeceğini biliyorum artık. alıştım. bu senenin başlarında, diziyi ilk izleyişimin üzerinden uzun zaman geçmiş, olayların neredeyse tamamını unutmuş ve bende sadece izlerken hissettiklerimin anısı kalmışken, bir kez daha açtım ilk bölümü ve birkaç ayımı daha bu diziye verdim. bilenler tahmin etmiştir, bir çırpıda bitirebilmek mümkün değildi. ben de her bölümü, sonrasında uzun uzun düşünebileceğim, olayları ve diyalogları tekrar aklımdan geçirebileceğim zamanlarda izledim. hatta dayanamadım, dizideki muhteşem diyaloglardan oluşan bir blog açtım: everyday above ground is a good one.

senelerce bilgisayarımın masaüstünde, claire'in, aslında bir cenaze aracı olan arabasıyla, turuncu saçları camdan savrulurken ışığa doğru yol aldığı fotoğraf vardı. o fotoğrafı bu kadar sevdiren, içimdeki çatışmaları, örneğin ailesinin ve toplumun onayını alabilmek için çırpınan, kendisini başkalarını iyileştirerek iyileştirebileceğine inanan, herkesle çok iyi ilişki kuruyormuş gibi görünen ama her zaman herkesten ve her şeyden uzakta olmayı düşleyen taraflarımı bana hatırlatması mıydı yoksa çizgileriyle, renkleriyle, havasıyla verdiği umut ve özgürlük hisleri miydi bilmiyorum. bir cenaze aracı fotoğrafının bu kadar iyi hissettirmesi de pek beklendik bir durum değildi ama hayatın bu olduğu kesindi. o araba, ancak önceden bir cenaze aracı olarak kullanıldığı gerçeğiyle birlikte kabul edilirse ışığa götüren bir araç oluyordu. işte, benim o dönemde tam da ihtiyacım olan şey buydu.



bugün de, diziyle bu kadar meşgul olmama rağmen dikkatimi ilk defa çeken bu aile fotoğrafıyla karşılaştım. son birkaç saattir bakmadan duramıyorum, herkesin yüzünü dikkatle inceliyorum, birbirleri arasındaki ilişkileri, yaşadıklarını tekrar tekrar düşünüyorum. diğer fotoğrafın aksine, bu fotoğraf ölümü, üzüntüyü, endişeleri, kırgınlıkları ve kızgınlıkları hatırlatıyor. diğer fotoğrafın aksine, inkar edilemez bir şekilde. evet. bütün bu insanlar yaşadıkları kayıplarla, ağlayarak, her şeyden vazgeçerek, birilerine tutunmaya çalışarak, başkalarına kızarak, aşağılayarak, hiçbir şey umurlarında değilmiş gibi yaparak, içerek, uyuşturucu kullanarak, resim yaparak, müzik dinleyerek, işlerine odaklanarak, başkalarının ihtiyaçlarını gidermeye çalışarak, basıp giderek baş ediyorlardı. bazen de baş edemiyorlardı. bizim gibi. bunu fark edince birden bu fotoğraf da tamamen kasvetli gözükmemeye başladı gözüme. köşedeki orkideler dikkatimi çekmeye başladı, ruth'un desenli şalı, herkesin siyah kıyafetlerini kendi kişiliklerine uygun hale getiren ayrıntılar, bazı yüzlerdeki belli belirsiz gülümsemeler ve bir arada oluşları... fark ettim ki, hayatta tamamen umutsuz bir durum da yoktu ve işte, bu dönemde de tam ihtiyacım olan şey buydu.

sonuç olarak, bu dizinin, bir hayatın özeti olduğunu ve masaüstümde artık bu fotoğrafın bulunduğunu söylememe gerek yoktur diye tahmin ediyorum.

p.s: son bölümü, diziyi bitirdikten sonra fazladan bir kez daha izlemiş olmama rağmen, blogumda o bölüme ait diyalogların olmadığını fark edebilirsiniz. bu da benim diziyle olan ilişkime dair birtakım bilgiler verecektir muhtemelen.

10.9.15

anger is the new denial

-- son günlerde çok da uzak olmayan bir yerde var olan kaosun yanında lafı edilmez ama, biraz kendi kaosumdan bahsetmek istiyorum.

birkaç gündür açıp duruyorum bu sayfayı. yazıp yazıp göndermekten vazgeçiyorum, hala bir şeyleri çözememiş olmak saçma geldiği için, hissettiklerimle baş etmeye çalışırken ortaya çıkanlar kulağıma ya çok acınası ya da çok duygusuz geldiği için, neden bahsettiğimi bile bilmediğim için... herhangi bir benzetme kullanmadan, hissettiklerimi, düşündüklerimi dümdüz yazabilmek istiyorum sadece. bir puzzle gibi her şey önümde. hatta bir değil, birden çok puzzle ve ben hangi parçanın hangi bütüne ait olduğunu bile bilmiyorum. bu parçalar birleştiğinde nasıl bütünler çıkacağını da... işte, böyle söyleyerek yaşadığımı ima ettiğim şeyleri, bu benzetmeyi kullanmadan, her şeyi kendimden bu kadar uzaklaştırmadan, yalnızca kendi duygularımdan bahsederek anlatmak neden bu kadar zor anlamıyorum. 

alt tarafı bir şeylere üzüldüğümü, bir şeylere kırıldığımı, bir şeyleri düzeltmeye çalışıp düzeltemediğimi hissettikçe içimin iyice acıdığını ve sırf bu yüzden denemekten vazgeçtiğimi söylemek istiyorum ama bunları kendime bile itiraf edemiyorum. hayatım boyunca, hayalperestlikle, iyimserlikle, mutlulukla yaptığımı; içimde bir kaosun olduğunu kabul ettiğim andan beri kızgınlıkla, hak arayışıyla, güç savaşlarıyla yapıyorum. etrafı yakıp yıkıyorum, bunu yaptığım için kendime kızıyorum, bana hak verilmemesini, sakinleştirilmememi kabullenemiyorum, isyan ediyorum, küsüyorum, gidiyorum. daha da uzaklara gitmek istiyorum, kimseyle ilişkimin kalmayacağı kadar uzaklara. 

oysa tek bir duygudan kaçıyorum. boğazıma kadar batmış olduğum ama bütün gücümle görmemek ve göstermemek için uğraştığım tek bir duygu var. 

üzülüyorum, gerçekten bazen çok üzülüyorum.