Pages

30.12.12

ve 2012 de biter

2012, bana yarın için bir sürpriz hazırlıyorsa bitişini gönül rahatlığıyla kabul edebilirim. yoksa, evde televizyon veya en iyi ihtimalle güzel bir film eşliğinde gireceğim bir yeni yıl, şu an hiç de çekici gelmiyor kulağıma. tabii, bunda 2012'nin gerçekten en iyi seneler listemde üst sıralara oynamasının büyük bir etkisi var. kalanı da, benim bir şeyleri bitirmekteki başarısızlığımla alakalı olabilir.

şöyle bir dönüp baktığımda kendimi yediğim, new year resolution'larımı yine gerçekleştiremediğim, bunlar için kendimi yemeye devam ettiğim, sevdiğim insanlardan ayrılmak zorunda kaldığım ve ayrıldığım insanları deli gibi özlediğim ve hatta özlesem de arayamadığım, kendimle ilgili çokça endişelendiğim, zaman zaman başarısız hissettiğim ve bunu çok kafaya taktığım bir sene oldu. yine de nasıl olduysa, bütün bunları öyle güzel şeylerle dengeledi ki, uzun zamandır ilk defa bir senenin bitmesini istemiyorum; inatla bugünü cumartesi ve aralık'ın 29'u sanıyorum :) 

yine de başıma gelen güzel şeylerin de sorumlusu olduğumu kabul etmek, bunların devamlılığını da sağlayabilecek şeydir belki. yapabileceğime inandığım bir şey için karar almak ve onun arkasında durmak, bana iyi hissettiren arkadaşlarımdan uzak kalmamak, kendimi anlamaya çalışmak ve bir şeyleri kabullenmeye açık olmak bu sene yaptığım en güzel şeylerden bazılarıydı ve evren buna kayıtsız kalamadı sanırım. böyle söyleyince de, güzel bir yılın sonu korkutuculuğunu kaybediyor ve yeni yıldan gerçekçi beklentilere olanak sağlıyor sanki. gerçekçilik de aslında, bir şekilde hepsinin kendi elimde olduğu düşüncesiyle geliyor tabii ki de :) yoksa her türlü fairy tale'e de açığım aslında.

neyse, geçen seneki yeni yıl dileğim, bu sene yılbaşı gecesi, bitse de gitsek moduna girmememizdi ve az çok gerçekleşti. bu sene de, öncelikle kendimden, yukarıda yazdıklarımı unutmamayı; sonrasında da evrenden, bütün bu çabamın karşılığını alabilmeyi diliyorum :) 2013 ise, güzel güzel geçsin, bizi üzmesin, yeter

p.s : ne çok 've' kullandım, bir şeyleri birbirine bağlamadan duramıyorum. 

16.12.12

bi çay koyayım bari

bir bölüm izledim, hayatım değişti.

şunu unutmamak lazım, bize suçluluk hissettiren birçok şeyi farklı yapmış olsaydık yine aynı sonuçla karşılaşmış olabilirdik. o suçluluğa o kadar derinden bağlıyız ki, söylediğime inanmayı geçtim, söylemek bile zor geliyor aslında. bütün bunların, kendi içimizdeki yansımalarından özür dilemek gerekiyor bir şekilde ve bu kendimizden özür dilemek anlamına geliyor haliyle. bunu delirmeden yapmak mümkün mü, ondan emin değilim. ama kendimi anlamak için gereken buysa, delirmek de isterim çünkü her insanın anlaşılmaya ihtiyacı vardır ve dikkate alınmak için delirmek gerekiyor son zamanlarda. tepkilerimiz biraz daha büyük olmalı, sinirlendiğimizi göstermek için bağırmalı, üzüldüğümüzü göstermek için ağlama krizine girmeliyiz. köşede sessizce oturan, kimseyi rahatsız etmemek için başını bile kaldırmayan kızı kimse görmüyor artık ve gün geçtikçe o kız da kendini anlamaktan uzaklaşıyor.

nasıl bir süreçten geçtiğimi, son yazılarımı kurcalayarak görebilirsiniz aslında. sürekli anlamak, anlamaya çalışmak, anladığını mı sevmek, anlamadığını mı sevmek... bu süreç iyi, güzel ve merak verici de... sonunun olmadığını bilmek biraz garip. sürekli aramak, her şeyi anladıktan üç dakika sonra çay koymaya karar vermekten iyidir gerçi. çayla bir alıp veremediğim yok, aksine şaşırtıcı bir şekilde çay insanı olduğuma karar verdim. elmalı çay ama. bir de mistik çay, doğuş'tan. çay demişken de şunu dinlemeden olmaz. ne tatlı adamlarmışsınız siz, haberimiz yokmuş.

serbest çağrışımlarla nerelere geldik. kendime sonuç: dead is dead. gerçi bu da başka yazının konusu. neyse.