Pages

25.11.12

25


daha uzun süreceğini düşünmüştüm ve buna ihtiyacım vardı.

bundan sonra kış aylarına hiç güvenmemeye karar verdim çünkü üşüdüğümde ne yaptığımı pek bilmiyorum. en kötüsü ruhun üşümesi zaten. her ortamdan, her kişiden, her durumdan bağımsız. yine de kışın daha olası. evde oturur, kapalı havayı izler, kitaplara bir türlü yoğunlaşamazken, birden yalnız olduğumu hissediyorum. işte, o duyguyla her şeyi yapabilirim sanki. bir kişi daha beni sevsin, bir kişi daha yanımda olsun diye. başıma kötü bir şey geldiğinde gidebileceğim bir yer daha olsun diye.

2012'nin güzel geçtiğini hissetmemin sebebi havaların erken ısınıp geç soğumuş olmasıydı belki. ya da bu kadar basit değildi ve 2012'nin yeni hayaller kurabileceğimi ve hayallerimin gerçekleşebileceğini göstermiş olması, 25 yaşımı en güzel yaşlarımdan biri yapmıştı. 17'den sonra, en güzeli. 17'de de, sevildiğimi ve beğenildiğimi biliyordum. zaten ne yapıyorsam ikisi içindi.

birkaç gün içinde, ikisi de gitti ve bir insanın biraz daha ilgi uğruna neler yapabileceğini gördüğümden beri, insana ve dolayısıyla kendime dair her şey daha acıklı bir hal almaya başladı. acıklı durumlar da, en az soğuk havalar kadar tehlikeli benim için. o zamanlarda da ne yaptığımı pek bilmiyorum sanırım. sonradan hissettiklerim de pişmanlık değil de, anlamsızlık aslında. ihtiyacım olan, biraz kendimi anlamak belki de. o zaman istediğim sevgi ve beğeniyi ben verebilirim kendime. anlaşılmadığımı düşünmeme ve beni anlayacak birini aramama gerek kalmaz.

ben de balon istiyorum. birsürü.
[şunu yazınca içimdeki acının hafiflemiş olması, ne kadar haklı olduğumu da düşündürdü bir yandan].

ki buradan, sevmek için anlamak gerektiğine geldim yine, başlarken hiç böyle bir şeyi amaçlamış olmamama rağmen :) rahatlama duygusu biraz iyimserliği de yanında getirdi. gökyüzünün masmavi olmasının, odama  günler sonra güneş giriyor olmasının da etkisi vardır ama.

4.11.12

işte bütün mesele bu !

tanıdığım bir şizofreni hastası, bulunduğumuz odanın köşesini göstererek, "orada bir kız görüyorsam ne olmuş?" demişti de, hayatımızdaki hiçbir şeyi, en başta kendi duygularımızı, böylesine kabullenemediğimizi fark etmiştim. seneler sonra üzülmememiz, hala onu sevmememiz, yaptıklarına sinirlenmememiz, başkalarından kıskanmamamız gerekiyordu. 

biz de büyük bir gururla üzülmediğimizi, sevmediğimizi, sinirlenmediğimizi, kıskanmadığımızı sanıyorduk ve bu, zihnimizin canı sıkıldığında oynadığı oyunlardan biriydi aslında. bizi de o kadar rahatlatan bir oyundu ki, eve dönmek, kendimizi, duygularımızı bir gözden geçirmek, tek başımıza yatağa uzanmak istemiyorduk. oysa, bir denesek üzüntüyle baş etmek çok da zor olmayacaktı belki ya da diğer duygularla... hem de bizimle aynı şeyleri yaşayan birsürü insan vardı ve anlaşılmak o kadar da zor değildi. başkasını anlamaya çalışırken, insan kendisini de anlayabilirdi (aa.. merhaba psikolog olma nedenim ! :p)... anladıklarını başkalarına anlatmak ya da onlara kabul ettirmek zorunda değildi tabi, kabullenebildikten sonra -galiba- içinde bir şeyler kalmış hissi de kayboluyordu.

bu zamana kadar, bana derdinizi anlattığınızda herhangi birinize "üzülme" demişsem eğer farkında olmadan, gerçekten özür dilerim. üzülün, üzülebileceğinizi kabul edin. o zaman her şey daha kolay olacak sanki :)

bu yazının nereden çıktığını bilene gelsin yazım. öpücüklerimle